Pazar , 24 Kasım 2024

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneğinin (TJOD) Kürtaj Tartışmasıyla İlgili Görüşü

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) Etik ve Hukuk Kurulunun Kürtaj Tartışmasıyla İlgili Görüşü

Kürtaj konusundaki tartışmaları saygı ve ilgiyle takip etmekteyiz.

  1. Kürtaj tüm dünyada yıllardır tartışılmaktadır. Tüm dünyanın hemfikir olduğu nokta; etik tartışma sonrası kürtaj konusunda insanların aynı görüşe varmasının mümkün olamayacağıdır.
  2. Toplum hayatının düzeni, kişi ve cenin hakları için yasal düzenlemeler şarttır. Ülkemizde bu konulardaki yasalar diğer ülkelerin takdirini kazanmış, başarıyla yürürlükte olan yasalardır.
  3. Ülkemizdeki tartışmada akıl karışıklığına yol açan etik ve hukuki konular olduğunu görmekteyiz.
  4. Etik ve hukuki olarak, cenin annesinden canlı ve tam ayrıldığında “kişi” olarak kabul edilir ve insan haklarına sahip olur. Cenin kişi olmayıp potansiyel (muhtemel) kişi olarak kabul edilmektedir. Cenin, kendisini ifade edemediği için özerkliği yoktur. Ceninin haklarını annesi korur. Yasalarımız, canlı doğmak şartıyla ceninin anne karnındaki döneminde yasal hakları olduğunu kabul eder. Canlı doğup anne karnında iken zarara uğrayan bebeğin geriye dönük hak talep etmesi mümkündür. Ölü doğan bebek “yok” hükmünde olduğu için yasal haklarından söz edilemez.
  5. Etik olarak ceninin yaşam değeri ile annesinin yaşam değeri aynı olmasına rağmen cenin “kişi” olmadığı için hukuki olarak yaşam hakkından söz edilemez. Ceninin yaşam hakkından söz etmek yani cenine “kişilik” vermek tüm hukuk sistemini kaosa sokar ve mümkün değildir, doğru da değildir.
  6. Gebelik toplumu da ilgilendiren bir konu olmakla beraber “insan hakları ve biyoetik sözleşmesi” (Kanun No:5013 Resmi Gazete: 09.12.2003-25311), “genel hükümler      Madde 2. (İnsanın önceliği) İnsanın menfaatleri ve refahı, bilim veya toplumun menfaatlerinin üstünde tutulacaktır”.demektedir.
  7. 6 ve 8 yıl önce konuyla ilgili kongre konuşması, dergi ve kitap bölümü olarak görüşlerimi yansıtan yazıların özeti ektedir.
  8. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneğinin konuyla ilgili etik görüşü sadeleştirilmiş olarak ektedir.

    Doç. Dr. İsmail Dölen TJOD YK Üyesi, Etik Ve Hukuk Kurulu Başkanı

TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ (TJOD)’ den

KAMUOYU’NA SEZARYEN VE KÜRTAJ HAKKINDA AÇIKLAMA

“TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ (TJOD)’ den KAMUOYU’NA SEZARYEN VE KÜRTAJ HAKKINDA AÇIKLAMA

Sezaryen oranlarındaki artış:


Tüm Dünya’da ve Türkiye’de sezaryen oranlarında artış görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun önerdiği % 15 ‘lik sezaryen oranları hemen hiç bir ülkede tutturulamamakta ve artış sürmektedir.. OECD’nin 2009 yılı sağlık raporunda, OECD ülkeleri arasında ortalama sezaryen oranı % 25.7  olarak bildirilmiştir. Türkiye, İtalya ve Meksika ile birlikte OECD içerisinde en yüksek sezaryen oranlarına sahip ülkeler arasındadır ( % 40 ve üstü ). Bu ülkeleri  % 33’lük oranlarla ABD ve Kore izlemektedir.
Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur.Dünya’da artan sezaryen oranları,doğumla ilgili mediko-legal sorunlar, ilerlemiş anne yaşı, doğum korkusu, anne isteği, makat gelişleri vb. gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir ki, Türkiye’deki durum da buna benzerdir. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması pekçok batı ülkesinde yasal olarak uygulanagelmektedir.
Türkiye’de ortalama sezaryen oranları yüksektir ve düşürülmesi için önlemler alınması gerekmektedir. TJOD, sezaryen oranlarının artış nedenleri ve düşürme stratejileri ile ilgili olarak 2 yıl önce Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma yapmış ve önerilerini sunmuştur. Bu öneriler arasında, ebe doğumlarının arttırılması, gebe okullarının yaygınlaştırılması, medya kampanyaları, ağrısız doğumun yaygınlaştırılması ve hekimin malpraktis korkusunun azaltılmasına yönelik çalışmalar vardır. Bu çalışmaların sonucunda zaman içerisinde bir düşüşün gerçekleşebileceği öngörülmüş ve 2013 yılı için %35 oranı hedeflenmiştir.
Sezaryen oranlarını düşürmeye çalışmak önemli olmakla beraber bunu gerçekleştirmek için hasta hakları ile hekimin hukuki sorumluluğunu ihlal edecek uygulamalardan kaçınmak daha önemlidir. Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulamaların ise bir yarar sağlamayacağı açıktır.
Bugün tüm dünya, yüksek sezaryen oranlarını tartışmakta ve çözümler aramaktadır. Sorun yalnızca ülkemize özgü olmayıp, bir insan hakkı olan “üreme hakkı”ile de yakından ilişkilidir.
Kürtaj


İstenmeyen gebeliklerin güvenli koşullarda sonlandırılması ve buna bağlı olarak oluşan anne ölümlerinin engellenmesi, Birleşmiş Milletler’in Binyıl amaçları içerisinde olup ( Millennium Goals ), dünyada ciddi bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Dünya’da her yıl 46 milyon kadın düşük yapmakta ve bunların % 49’u güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşükler yüzünden ölümlerin %95’i Afrika ve Asya’da, %4’ü Latin Amerika’da görülmektedir ki , bu ülkelerde isteğe bağlı düşük yasalarla kısıtlanmıştır. İsteğe bağlı düşüklerin kısıtlanmadığı dünyanın gelişmiş bölgelerinde, düşüğe bağlı anne ölüm oranları % 1 civarındadır.Yine, isteğe bağlı düşüğün kısıtlandığı  ülkelerde, düşük oranlarının kısıtlanmaya rağmen daha yüksek olduğu görülmektedir.
Ülkemizdeki hukuki durum ve üreme hakkı:
Ülkemizde isteğe bağlı düşük uygulamaları, 1983 yılında kabul edilen “Nüfus Planlaması Kanunu” na göre yapılmaktadır. Bu kanuna göre,ülkemizde 10 haftaya kadar olan gebelikler isteğe bağlı sonlandırılabilmekte, 10 haftadan sonraki gebeliklerde ise, anne hayatını tehdit eden durumlar ya da bebeğin yaşamsal anomalilerinde, yine hekimlerin alternatif sunması ve ailelerin onayıyla gebelikler sonlandırılabilmektedir.  Bu kanun sonrası , güvenli olmayan ortamlarda yapılan düşükler azalmış ve anne ölüm oranlarında anlamlı iyileşmeler görülmüştür. Türkiye’deki tüm uygulamalar bu kanun çerçevesinde yapılmaktadır.
2004 yılında Kahire’de yapılan International Conference on Population and Development (ICPD) toplantısında, üreme hakkı “ insanların üreme  ve bunu ne zaman ve ne sıklıkla yapabileceğinin kararını verme hakkına sahip olduğu” şeklinde tanımlanmıştır. Yine aile planlaması yöntemleri konusunda bilgilenme, bu yöntemlere kolay, ucuz olarak ulaşım da bu hak içerisinde vurgulanmıştır.Türkiye’nin aktif olarak rol aldığı toplantı sonrası alınan kararlar onaylanmış ve Sağlık Bakanlığımız aktiviteler planlamış ve bunları Ulusal Eylem Planlarına aktararak uygulamaya koymuştur.

Türkiye’de uygulanan planlar başarılı olmuş, anne, bebek ve çocuk ölümlerinde dramatik iyileştirmeler sağlanmıştır. Türkiye 2005 Anne Ölümleri araştırmasına göre doğrudan anne ölümlerinin %2.3’ü erken gebelik döneminde gerçekleşmektedir ve uygun olmayan koşullarda düşüğe bağlı anne ölümü istatistiksel olarak önemli bir parametre olmaktan çıkmış çok ender gerçekleşen bir vaka şeklini almıştır


Elbette kürtaj, bir aile planlaması yöntemi değildir. İstenmeyen gebeliklerin önlenemediği, modern aile planlaması yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, gebenin ve eşinin isteği ile 10 haftanın altında yasal olarak uygulanan bir girişimdir. İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi ve gerektiğinde güvenli düşüğün sağlanabilmesiyle, kürtaj oranları belirgin şekilde düşmektedir.
TÜRK JİNEKOLOJİ ve OOBSTETRİK DERNEĞİ ( TJOD )

 

Doktorlarhaber.com

Bir yanıt yazın